'Futbol kulüplerindeki yönetim içi kavgalar, skandallar ve istifalar sadece bizde yaşanıyordur herhalde' gibi bir düşünceniz varsa fena halde yanılıyorsunuz. Hele hele 'başarı varsa huzur vardır' fikrindeyseniz yine yanlışınız var.
Geçen hafta Şampiyonlar Ligi finalini de kazanarak önüne geleni devirmeye devam eden Barcelona'da son 8 yılda yaşanan güç ve iktidar kavgası Katalanların "bir kulüpten fazlası" sloganının ne kadar doğru olduğunu teyit ediyor...
2002, Glasgow Hamden Park... Real Madrid, Bayern Münih'i muhteşem finalde 2-1 yenerken sadece kupaya ulaşmıyor son 5 senedeki 3. Şampiyonlar Ligi zaferine imza atıyordu. Uzun bir sessizlik döneminden sonra uyuyan dev ayağa kalkmış eski ihtişamlı günlerine ulaşmış olmanın keyfini sürüyordu. Bir diğer ezeli rakip Barcelona'da mevsim tam anlamıyla sonbahardı. Giderek düşen marka değeri, Madrid'in mor menekşelerinin 2000'li yıllara çok hızlı girmesi camiada sinirleri germişti. 2003 krizden çıkış yılı ilan edildi ancak ne var ki işler yine yolunda gitmiyordu. Takım, Şampiyonlar Ligi hedefinden erken uzaklaşmış, şampiyonluğu en büyük rakibe kaptırıp ligi zar zor 6. sırada tamamlayabilmişti. Sadece sportif manada değil mali açıdan da kulüp iflasın eşiğindeydi. Peşi sıra gelen istifalardan sonra kulübün yönetimini kayyum benzeri bir heyet devraldı. Seçime kadar kulübü geçici bir konsey idare edecekti.
'Primer el Barça'
Ünlü firmalara hizmet veren genç bir avukat enkazı devralmaya karar verir. Barça kamuoyu kendisini 1998 yılında başarısızlıkla sonuçlanan başkanı devirme girişiminden tanıyordu. Tecrübesiz ve gençlerden oluşan bir liste hazırlamıştı. Sloganları Primier el Barça: Önce Barcelona idi ama kulüpte kimse 41 yaşındaki başkan adayı Laporta'ya şans vermiyordu. Ama o yılmadı. Medyayı iyi kullanmanın nimetlerinden fazlasıyla faydalandı. Herkesin hoşuna gidecek büyük vaatlerde bulunuyordu. Bunların içinde en etkilisi David Beckham'ın transfer edeceği vaadi idi. Katalan gazetelerine göre bu vaat başkanlık seçimlerinin kaderini değiştirmişti. Dünyanın en ünlü ve karizmatik futbolcusunu alarak Barça imajının tekrar yükselişe geçmesini herkes çok istiyordu. Laporta 15 Haziran 2003 günü toplam oyların %52'sini (27 bin oy) alarak büyük bir sürpriz gerçekleştirerek başkan oldu. Şimdi sıra kendisine seçim kazandıran çılgın kongre vaatlerini yerine getirmekteydi. Barcelona bile olsa şöhretinin ve futbolunun zirvesindeki David Beckham'ı transfer etmek kolay bir iş değildi. Zaten bunu da başka bir takım başaracaktı: Real Madrid, ezeli rakibinin çiçeği burnunda başkanına Galaktikos usulü 'hoş geldin' mesajı vermişti.
Beckham'ın Real Madrid'e transferi yeni başkan için tam bir şok oldu. Ne yapıp edip camiayı teskin edecek bir transfere ihtiyaç vardı. Laporta bu iş için sağ kolu ve kulübün asbaşkanı Sandro Rosell'i görevlendirdi. Nike firmasının Brezilya'da uzun süre yöneticiliğini yapmış genç asbaşkanın kafasında çok yakından tanıdığı birisi vardı: Ronaldo de Assis Moreira ya da bilinen adıyla Ronaldinho. PSG'de mutsuz günler geçiren genç yıldız Rosell'le olan şahsi dostluğunun da etkisiyle Barça ile sözleşme imzaladı. Bu transferle birlikte asbaşkan Rosell'in yıldızı da camia içinde parlamaya başlayacaktı.
Kupasız geçen ilk sezonda Barça ligi şampiyonun 2 puan ardından 2. bitirir. Ne var ki kulübün idari anlamda iyi yönetildiğinin sinyalleri belirmişti. Milyonlarca dolar borç çevrilmeye başlanmış, Laporta başarılı kredi anlaşmaları ile kulübe finansal açıdan nefes aldırmıştı. Pazarlama uzmanı Rosell de kulübe gelir getirecek yeni nesil projeler peşindeydi. Fanatiklere verilen bedava bilet kesilmiş, amigolara ödenen bahşişler son bulmuştu. Maliyeti yüksek oyuncularla yollar ayrılıyor yerlerine altyapıdan gelen yetenekli gençler monte ediliyordu.
Sportif başarılar olmadan yönetimin ayakta durması imkânsızdı. Deco ve Eto'o'nun transferleri ile güçlenmiş Barça, Ronaldinho'nun da uyum sorununu halletmesiyle başarılı bir sezonun ardından Real Madrid'in önünde ligi şampiyon bitirir. 6 yıl sonra La liga şampiyonluğunun gelmesi yönetimi rahatlatmıştır... Laporta derin bir nefes almış ilk yılında ektikleri tohumların yeşereceğini düşünerek geleceğe umutla bakmaya başlamıştı. Ama yanılacak; sportif başarıların başkanlık koltuğunda rahat oturmak ya da her istediğini yapabilmek anlamına gelmediğini zamanla öğrenecekti.
Dostların yolları ayrılıyor...
Şampiyonluğun kazanılmasından bir ay sonra kavgalı bir yönetim kurulu toplantısından sonra Rosell ve 4 üye yönetimden istifa eder. Başkan Laporta'nın tek adamlılığa dayanan otoriter yönetim tarzı büyük rahatsızlık sebebidir. Bir de dile getirilmeyenler... Rosell, kulüpte hiçbir resmi görevi olmayan Johann Cruyff'un başkan üzerinden etkisinden ve kulübün üst düzey yönetici atamalarından çok rahatsızdır. İkinci adam kendisini gölgede bırakan girişimlerden dolayı Laporta'dan soğumuştur. İstifa eden 5 üye ile beraber Laporta'yı hiç içine sindiremeyen muhalefet harekete geçecek ne olursa olsun kendisini indirmek tek amaçları olacaktı... Laporta da bunun için muhalefete malzeme vermekten geri kalmayacaktı.
2005 Kasım'ında yaşanan bir olay kulüp içerisinde Laporta'ya karşı olanların eline büyük bir koz daha verir.. Ayrılıkçı aşırı Katalan milliyetçisi olan Başkan'ın yönetimindeki üyelerden Alejandro Echevarría'nın diktatör Franco'nun adına kurulu vakfın üyesi olduğu ortaya çıkar. Echevarria'nın diğer yönetim kurulu üyelerinden Laporta'nın kayınbiraderi olmak gibi bir farkı vardı. Laporta her zamanki gibi önce uzun bir süre tepkilere direnir ancak kayınbiraderinin istifasını kabul etmek zorunda kalır. Muhalefet Laporta yönetiminden bir kelle almıştır.
Sabih Kanadoğlu usulü Başkanı devirme planı
Muhalefetin Laporta'ya 2006'da yeni bir sürprizi vardır. Bir üye, bölge mahkemesine başvurur ve Laporta'nın göreve geldiği ilk 8 günün bir yıl olarak sayılması gerektiğini ve dört yıllık görev süresinin dolduğunu iddia eder. Sabih Kanadoğlu'nu anımsatan inanması zor bu istekten daha şaşırtıcı olanı ise mahkemenin üyeyi haklı bulmasıdır. Laporta hemen seçim kararı aldı ve istifa etti. Kısa bir süre önce kazanılan La Liga ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna güvenen başkan, muhalefetin çok gürültü çıkarabildiğini ama aslında o kadar güçlü olmadığını düşünüyordu. Nitekim haklı çıktı, hiçbir aday Laporta'nın karşısına çıkacak kadar delege imzasını toplayamadan seçim yapılır. Seçime tek aday giren Laporta, 2010 yılına kadar başkanlığı garantilemiştir. En büyük rakibi Rosell risk almamış kulüp tarihinin en başarılı sezonunu geçiren başkanın karşısına çıkmamıştı. Acele etmesine gerek de yoktu. Barcelona tüzüğüne göre hiçbir başkan iki dönemden fazla başkanlık yapamıyordu. "Bir sonraki seçimde aday olacak mısınız?" diye soran muhabire şu cevabı verecekti: "Asla asla deme."
Başarısız geçen iki senenin ardından Rijkaard'la yollar ayrılır. Muhalefet hocanın gidişiyle yatışacak gibi değildir. Avukat üye Oriol Girlat öncülüğünde başkan için güven oylaması kararı aldırılır. Muhalefetin temel argümanı Başka'nın şeffaf olmayan işler yaptığı, kulübün idare tarzının antidemokratik olduğudur. Ayrıca Laporta kibirli davranışlarıyla giderek antipatik bir başkana dönüşmektedir. Herkes Girlat'ın arkasında Rosell'in olduğunun farkındaydı. Rosell 2010 seçimlerinde aday olduğunu kısa bir süre önce açıklamış ancak daha öncesinde sahneye çıkmak istemiyordu. Son kongrede Laporta'nın karşısında aday çıkaramayan muhalefet yaklaşık 40 bin kişinin katıldığı güvenoylamasında %60 güvensizlik oyuyla gövde gösterisi yapar. Ancak başkanı devirmek için gerekli %66 orana ulaşılmaz. Herkes güvensizlik oyunun bu kadar yüksek çıkmasından sonra Laporta'nın istifa edeceğini düşünse de yanılacaktır. Laporta en değme siyasetçilere taş çıkaracak bir açıklama ile istifa etmeyeceğini açıklar: "Bu bir protesto ve uyan mesajı idi şimdi uyumlu çalışma zamanı". Ancak yönetiminden 10 kişi bu utanca ortak olmak istemez ve istifa eder. Başkan delegenin desteği olmadan koltuğunda duran "topal ördek" olmuştur.
Mahkemede hesap verecek
2009'un Nisan ayında yeni bir skandal patlar. Laporta 2010 yılında başkan adayı olabilecek yönetim kurulu üyelerini bir dedektiflik bürosu aracılığıyla takip ettirmiştir. Katalan yerel bir gazetenin bu skandalı ortaya çıkarmasından sonra kıyamet kopar. Laporta her zamanki gibi birkaç kelle vererek bu rezaleti savuşturmayı başarsa da camiada artık nefret edilen biridir.
2010 yılı Temmuz ayında Laporta'nın görev süresi dolar tüzük gereği tekrar aday olamayan Laporta en güçlü aday Rosell'e koltuğu bırakmak niyetinde değildir. Rosell'in karşısına kendi adayını çıkarır. Ancak giderek artan borç yükü, Laporta'nın siyaset ile sporu birbirine karıştıran politikalarına ve yıpranmış imajına tepki olarak en az oyu Laporta'nın desteklediği aday alır. Hayallerine kavuşan Rosell oyların yaklaşık %60'ını ( 57,088) alarak başkan seçilir.
Rosell ile Laporta arasındaki hesap hâlâ kapanmadı. Laporta kendi başkanlığı döneminde Rosell'in kendisine verdiği huzursuzluğun aynısını eski dostuna yaşatmaya kararlı. Rosell sportif açıdan mükemmel bir takım alsa da mali ve idari yönden bir enkaz devraldığını devamlı vurguluyor. Hatta geçtiğimiz mali kongrede Laporta yönetiminin 79 milyon Euro'luk zarardan dolayı mahkemede yargılanması için karar çıkarttı. İddialar arasında Laporta ve adamlarının kulübün parasını şahsi harcamalarında kullandıkları ve transferlerde yolsuzluk yapıldığı iddiaları var...
İkili sıkça polemikler yaşamaya devam ediyor. İlk yılı başarılarla dolu Rosell şimdiye kadar yönetim içi büyük sorunlar yaşamadığı gibi ciddi bir muhalefet ile de karşılaşmadı. Bakalım ilerleyen yıllarda nelere tanık olacağız. l.kenez@zaman.com.trLaporta'nın 7 yıllık karnesi
(2003-2010)
Lig şampiyonluğu (4):
2005, 2006, 2009, 2010
Kral Kupası (1):
2009
İspanya Süper Kupa (3):
2005, 2006, 2009
UEFA Şampiyonlar Ligi (2):
2006, 2009
UEFA Süper Kupa (1):
2009
FIFA Dünya Kulüpler Kupası (1)
2009
İlk yılında Rosell (2010-)
Lig şampiyonluğu (1): 2011
İspanya Süper Kupa (1): 2010
UEFA Şampiyonlar Ligi (1): 2011
0 yorum:
Yorum Gönder